View Static Version
Loading

TARiHiN SIFIR NOKTASI: GÖBEKLiTEPE THE BIRTH OF RELIGION/ DER ÄLTESTE TEMPEL DER WELT

ÖNSÖZ

Göbeklitepe, insanlığın kendi geçmişine dair bildiklerini bir çok noktadan değiştiren, son yılların en sarsıcı keşiflerinden birisi. İlk bakışta bu keşfin bize söylediği önemli iki başlık var: İnanç için bir araya gelme ritüelleri ve avcı toplayıcı topluluk yapısı ile yerleşik hayata geçiş aşamaları. Temel tartışmalar bu iki temel başlık etrafında gözüküyor gibi dursa da antropolojiden biyolojiye kadar çok çeşitli alanlarda bilim adamları bilimsel araştırma yöntemleriyle, tam olarak nelerle karşı karşıya olduğumuzu anlamaya çalışıyorlar. Yaşadığımız topraklar insanlık kültür mirasının en önemli merkezlerinden birisi. Göbeklitepe bize, en az kendisi kadar önemli, tarihin daha da derinliklerine inebileceğimizi işaret ediyor olabilir. Peki geçmişimizin izlerini sürmek neden bu kadar önemli? Bugün sahip olduğumuz kültürel ve biyolojik özellikleri nasıl kazanmış olabiliriz? Biz de geçmişimizi arama hikayemizi yeniden şekillendiren Göbeklitepe keşfini okulumuzun gündemine taşıyıp çeşitli proje ve çalışma gruplarıyla Göbeklitepe’yi derinlemesine araştırıp anlamaya çalıştık. Bu sırada yapılan çalışmaları yerinde görmek için Göbeklitepe kazısı alanına bir okul gezisi düzenledik. Dijital olarak tasarladığımız dergimizin sayfalarında, Göbeklitepe proje gruplarımızdan Tarih ve Tanıtım ekiplerinin çalışmalarını, alanında uzman kişilerle yapılan röportajları ve araştırma sonuçlarını bulacaksınız. Keyifli okumalar.

İÇİNDEKİLER
  • Anadolu'da İlk Anıtsal Yapılar "Göbeklitepe"
  • En Eski Ritüel Merkezi
  • Şanlıurfa- Gaziantep Gezi Notları
  • Din, Tarih, Güneydoğu
  • Tiyatronun Kökeni “Göbeklitepe”
  • Sentosa Tur Rehberi ve Tarihçi Celal Aydık Röportajı
  • Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Devrim Sönmez Röportajı
  • Özgür Barış Etli ile Röportaj
  • Mahmut Barakazı ile Röportaj

Anadolu’da İlk Anıtsal Yapılar “Göbeklitepe”

UNESCO tarafından Dünya Geçici Kültürel Miras Listesi’ne alınan Göbeklitepe, tarih öncesi dönemlere dair bildiklerimizi sorgulatıp bizlere insanlığın geçmişi ile ilgili yeni şeyler öğretirken merak duygumuzu arttırıyor.

Göbeklitepe, which is included in the World Temporary Cultural Heritage List by UNESCO, raises our sense of curiosity by questioning what we know about prehistoric times and teaching us new things about the past of humanity.

Göbeklitepe, das von der UNESCO in die Listedes Weltkulturerbes aufgenommen wurde, weckt Neugierde, indem es das Wissen über prähistorische Zeiten in Fragestelltund uns Neues über die Vergangenheit der Menschheit vermittelt.

En Eski Ritüel Merkezi

Göbeklitepe, bereketli hilal olarak gösterilen yukarı Mezopotamya insanlık tarihinin bilinen en kadim yerleşim yeridir ve ülkemizin güneydoğu bölgesinde bulunan Şanlıurfa ilinde bulunmaktadır. Dinlerin ve mitlerin ortaya çıktığı önemli inanç merkezlerine sahip olan bu bölgede kadim Sümer, Asur, Bâbil ve Keldânî devletleri gibi, birçok medeniyet kurulmuştur. Arkeolojik kazılarda, geçmişi 12 bin yıl öncesine dayanan Göbeklitepe’nin keşfi insanlık tarihinde yeni bir etki yaratmıştır. Şanlıurfa şehir merkezinin 15 km kuzeydoğusunda yer alan ve Karaharabe (Örencik) Köyü’nün 2,5 km doğusunda bulunan Göbeklitepe, Neolitik döneme (MÖ. 10.500 - MÖ. 7.500) ait bir inanç merkezidir. Yaklaşık 200-300 metre yüksekliğinde ve kireçtaşı kayalıklardan oluşan bir höyüğün üzerine inşa edilen bu megalitik yapı, Harran Ovası’na hâkim bir konumda bulunmaktadır. Düz kireç taşı platodan yukarıya doğru yükselen bu höyük, bir göbeğe benzediği için “Göbeklitepe” olarak adlandırılmıştır.

Göbeklitepe, Obermesopotamien, der Ort, der als fruchtbare rHalbmond dargestellt wird,ist die älteste, in der Geschichte der Menschheit bekannte Siedlung und liegt in der Provinz Şanlıurfa im Südosten unseres Landes. Viele Zivilisationen wie die alten sumerischen, assyrischen, babylonischen und keldanischen Staaten sind in dieser Region entstanden, wo auch wichtige Religionen und Mythen ihren Ursprung haben. Mit der archäologischen Ausgrabung hat die Stätte von Göbeklitepe, die 12.000 Jahrezurückreicht, einneues Verständnis der Menschheitsgeschichte geschaffen. Göbeklitepe, 15 km nordöstlich vom Stadtzentrum von Şanlıurfa und 2,5 km östlich des Dorfes Karaharabe (Örencik) gelegen, ist ein Glaubenszentrum der Jungsteinzeit (10. 500 v. Chr.- 7. 500 v. Chr. ). Dieses megalithische Bauwerk, das auf einem Hügel aus Kalksteinfelsen errichtet wurde, ist etwa 200-300 Meter hoch und wird von der Harran-Ebene dominiert.

Göbeklitepe, which is located in Upper Mesopotamia, shown as Fertile Crescent, is the most ancient settlement known in the history of humanity and is located in the province of Şanlıurfa in the southeastern part of our country. Many civilizations such as the ancient Sumerian, Assyrian, Babylonian and Keldani states have been established in this region, where important religions and myths have emerged. In the archaeological excavations, the discovery of Göbeklitepe, which dates back to 12 thousand years, has made a new impact on human history.Göbeklitepe, which is located 15 km northeast of Şanlıurfa city center and 2.5 km east of Karaharabe (Örencik) Village, is a belief center of Neolithic period (10.500 BC - 7.500 BC). This megalithic structure, was built on a mound of limestone cliffs which is approximately 200-300 meters high. It is dominated by the Harran Plain.This mound, rose up from the flat limestone plateau, is called “Göbeklitepe” because it resembles a core.

Şanlıurfa- Gaziantep Gezi Notları

Öykü ÇOBAN

Tesadüf sonucu tarlasını süren bir çiftçi tarafından bulunan Göbeklitepe, "tarihin sıfır noktası" olarak her adımda merak uyandırmaya devam ediyor.

Yerleşik hayata geçiş ile ilgili yaklaşık on iki bin yıl öncesine dayanan izler barındıran Göbeklitepe, insanları eşsiz güzelliğiyle büyülemeye devam ediyor. Mısır Piramitleri'nden yedi bin beş yüz yıl önceye dayanan tarihiyle, bilinen en eski tapınağa benzer yapı olması, arkeologların "Bizi sersemleten kazı alanı!" demesine sebep oluyor. Dinler tarihini de etkileyen bu yapı Neolitik Dönem'de inşaa edilmiş olunup bilinen ilk inanç merkezi olma özelliğine sahip. Bulunan buğday kalıntılarıyla da şu an için yerleşik hayata geçiş sürecinin başı olarak kabul ediliyor.

Biz de ALKEV Özel Okulları Göbeklitepe Proje ekibi olarak çıkmış olduğumuz bu yolculukta tarihin sıfır noktasına doğru hareket ediyoruz. Urfa'ya doğru yola çıktığımız bu gezide ilk olarak Gaziantep'e uğruyoruz. Birçok zeytin ve fıstık ağacının arasından geçerek tarihin yaşayan en eski şehrine varıyoruz. Gaziantep, Türkiye'nin en fazla hana sahip olan şehri olma özelliğiyle yolda bizi birçok sürprizle karşılıyor. Gezi rehberimiz eşliğinde Zeugma Müzesi'ni geziyor, inançları tasvir eden birçok mozaikle karşılaşıyoruz. Müzede, Çingene Kızı Mozaiği gibi birçok mozaik adeta bir resim oluşturarak ziyaretçileri büyülüyor.

Tunç Devri'nden bu yana Hititler, Mısırlılar, Medler, Asurlular, Persler, Makedonlar, Kommageneler ve daha birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu şehir, kültürel çeşitliliğini mutfağına da yansıtarak ziyaretçilerine lezzet şöleni yaşatıyor. Gaziantep'te bir gün kaldıktan sonra rotamızı Şanlıurfa'ya doğru çeviriyoruz. Şanlıurfa'ya gider gitmez, sular altında kalan Halfeti'yi ziyaret ediyoruz. Tekne turu yaptığımız bu saklı cennette "batık kent" i yakından görme fırsatı yakalıyoruz. Halfeti'yi gezdikten sonra meşhur hikayesiyle insanları büyüleyen "Balıklıgöl"ü geziyoruz. Aynı zamanda Balıklıgöl'ün dillere destan hikayesini de rehberimizden dinliyoruz.

Rivayete göre, Nemrut adında zalim bir lider varmış. Bu lider ise halkının putlara tapmasını ister, onları buna zorlarmış. Nemrut bir gün bir rüya görmüş ve rüyasını bir din adamına yorumlattığında, din adamı yeni doğacak bir çocuğun kendisini öldüreceğini söylemiş. Bunun üzerine Hz. İbrahim'in annesi Sara Hatun bir mağaraya giderek oğlunu orda dünyaya getirmiş. Ardından ona bir beşik yapıp mağarada bırakmış. Rivayete göre Hz. İbrahim'i bu sürede bir dişi ceylan emzirmiş. Aradan bir süre zaman geçtikten sonra askerler Hz. İbrahim'i mağarada bulmuş, Nemrut'un huzuruna getirmiş. Hiç çocuğu olmayan Nemrut, Hz. İbrahim'i yanına almış ve büyütmüş. Hz. İbrahim, büyüdükçe halka putların birer yaratıcı olmadığını aşılamaya çalışmış ;fakat halkın Nemrut' a olan korkusundan onları inandırmayı başaramamış. Bir gün Hz. İbrahim eline bir balta alarak tüm putları parçalamış ve baltayı orada duran bir putun omzuna koymuş. Bunu gören Nemrut, bunu kimin yaptığını sormuş ve halk Hz. İbrahim'i işaret etmiş. Hz. İbrahim ise baltanın putun omzunda olduğunu söylemiş ve bunu putun yaptığını dile getirmiş. Bunu duyunca daha çok öfkelenen Nemrut, bir taş parçasının böyle bir şey yapamayacağını savunmuş ve Hz. İbrahim'i yakma emrini vermiş. Hz. İbrahim, sütunlar arasına bağlanarak halat ile ateşe fırlatılmış. Hz. İbrahim'in odunların arasına düşmesi ile ateşin göle dönüşmesi aynı zamanda olmuş. Ateş, göle dönüşürken odunlar ise yanmaları nedeniyle üzerinde kara lekeler bulunan balıklara dönüşmüş.

Balıklıgöl'e yaptığımız ziyaretten sonra beklenen an geliyor ve Örencik Köyü civarındaki Göbeklitepe'ye doğru yol alıyoruz. Göbeklitepe'ye yaklaşırken, otobüste herkesi tatlı bir heyecan sarıyor. Hal böyle olunca, yol da su gibi çabuk geçiyor ve sonunda herkesin sabırsızlıkla beklediği Göbeklitepe'ye varıyoruz. Göbeklitepe kazı alanına varır varmaz, buranın keşif hikayesini Göbeklitepe'yi bulan çiftçinin oğlundan bizzat dinliyoruz. Kendisinin samimiyetinden ve Göbeklitepe'nin keşif hikayesinden dolayı kahkahalara boğuluyor ve hayretler içerisinde kalıyoruz. Ardından rehberimiz Göbeklitepe'deki sütunlar ve işlemeler hakkında büyüleyici bilgiler vermeye devam ediyor. Göbeklitepe'deki sütunları incelerken adeta kendimizi bir hikayede buluyor, o hikayenin birer kahramanıymışız gibi hissediyoruz.

Ardından ALKEV Göbeklitepe Projesi ekiplerimizin sözcüleri, kendi ekiplerinde yürütmekte oldukları çalışmaları anlatıyor ve Göbeklitepe'nin araştırılması konusunda bize ve ziyaretçilere eşsiz bir sunum yapıyorlar. Kazı alanının büyüleyici atmosferi içerisinde biten sunumlarımızdan sonra ekip üyesi arkadaşlarımız ve kazı alanını ziyarete gelen misafirlerle birlikte Göbeklitepe Amfi Tiyatro alanına doğru ilerliyoruz. Projemizin müzik ekibi Göbeklitepe ve Şanlıurfa için bestelemiş oldukları "GÖBEKLİTEPE" şarkısını canlı performansla bizler için sergiliyorlar ve kulaklarımızın pası siliniyor. Göbeklitepe'yi ziyaret eden kişilere de müzik şöleni yaşattıktan sonra gezimize devam ediyoruz.

Günün akşamında ise kendimizi Şanlıurfa'nın meşhur sıra gecelerinden birinde buluyoruz. Türkiye'de Şanlıurfa iliyle özdeşleşen sıra gecesi, yöresel müzikleriyle ve yemekleriyle bizlere eşsiz deneyimler sunuyor. Kendimizi orada bizi ağırlayan kişilerin samimiyetiyle adeta ev ortamında hissediyor, yöresel halk türküleri, müziği ve halaylarla günü kapatıyoruz.

Gezimizin sonuna yaklaşırken, Şanlıurfa'da bulunan en büyük aşiretlerden birinin mensubu olan Reşat Özyavuz'dan Harran'da aşiret yaşantısının detaylarını öğreniyoruz. Reşat Bey bize Harran'da doğup büyüdüğü evi gezdiriyor ve Urfa'nın yöresel giysilerini giydiriyor. Kadınların ve erkeklerin aile içindeki görevlerini anlatıyor ve aşiretlerde kadının söz hakkıyla ilgili bizi bilgilendiriyor. Bu sayede dizilerde gördüğümüz "aşiret yaşantısı" ile ilgili bilinen bazı yanlışları birinci kişiden dinliyor, Reşat Bey'in tatlı sohbetiyle hem eğleniyor hem de değişen dünya düzeninde aşiretlerin de pek çok noktada değişime uğradığını öğreniyor ve seviniyoruz.

Dördüncü günün sonunda gezimizin maalesef sonuna geliyoruz. Şanlıurfa ve Gaziantep'i karış karış gezdiğimiz bu gezide, kültürümüze ait farklı renkteki yaşamları görme ve farklı kültürleri deneyimleme fırsatı bulduğumuz için çok şanslı olduğumuzu biliyoruz. Herkesin mutlaka görmesi gereken kültürel değerlerimizi gezerken, kendimizi bir kez daha bu güzelliklerin bir parçası olarak hissettik. İnsanlarımızın sıcakkanlılığıyla ve yardımseverliğiyle, onların yaşantılarına dahil olduk ve eşsiz deneyimler edinerek kültürümüzün, yaşadığımız coğrafyanın ne kadar zengin olduğunu yeniden anladık. Umarım bir başka gezide de buluşur, farklı hikayelere konuk olur, ülkemizin kültürel mirasını keşfetmeye devam ederiz.

Din, Tarih, Güneydoğu

Mehmet Mert KARALAR

İnsanlık tarihi açısından belki en önemli sayılabilecek bölge olan Mezopotamya ve çevresi pek çok keşfin gerçekleştiği yer olmuştur. Bu buluşlar içerisinden en önemlisi şüphesiz, yaklaşık milattan önce 3500 yılında Sümerliler tarafından bulunan yazıdır. Tarihin başlangıcı kabul ettiğimiz insanoğluna ortak hafıza kazandıran, gelişmenin önünü açan ve belirli bir kültür yaratan yazı bu bölgenin insanlarının dünyaya bir armağanıdır. Ne var ki konumuz günümüzden bin yıllar önce icat edilmiş olan yazı ve alfabe değil ondan da bin yıllar önce insanlar tarafından inşa edilmiş. Ancak Göbeklitepe’yi doğru anlayabilmek için filmi biraz geri saralım. İnsanın atası kabul edilebilecek canlılar Afrika’dan Kızıldeniz üzerinden çıktıktan sonra milattan önce 55-30 bin dolaylarında Ortadoğu’ya ulaştılar. İlerleyen bin yıllarda daha da kuzeye ilerleyerek farklı kollara ayrılıp Avrupa ve Asya’nın içlerine yöneldiler. İşte bu devasa göç hareketlerinde insanoğluna Yakın Doğu hep köprü vazifesi gördü. Anlayacağınız kimler geldi, kimler geçti... İlerleyen bin yıllarda insanoğlu tarıma başlamaya emin adımlarla ilerlerken iki nehrin ortasında kalan verimli Mezopotamya ovaları, rahatlayan iklim koşullarının da etkisi ile tarıma başlamak ve yerleşmek için ideal yer haline geldi. İki nehrin arası ve etrafında kalan bu tarıma elverişli bölgeye “Mümbit Hilal” denir. Bu hilal harita üzerinde resmedilmek istendiğinde Gazze’den başlayarak Levant sahili boyunca Güneydoğu Anadolu’ya oradan kavis yapmak suretiyle Dicle’nin sağından Basra körfezine kadar inen bir hattır.

Tarım ve hayvancılık bu bölgede başlamış ve ilerleyen bin yıllarda Avrupa ve Hindistan’a ilerlemiştir. Göbeklitepe işte bu tarih öncesi tarım ve hayvancılık merkezinin tam ortasında bulunmaktadır. Milattan önce 8-9 binli yıllara tarihlenen Göbeklitepe’nin ne olduğu tam olarak hiçbir zaman bilinemeyecek olsa da bir toplanma merkezi olduğu ve bir takım ritüellerin icra edildiği arkeologlar tarafından kabul edilmektedir. Göbeklitepe kazısının başlatıcısı ve 20 yıla yakın bir süre yöneticisi olan müteveffa Dr. Schmidt bu görüşü ileriye götürerek Göbeklitepe ‘nin bir tapınak olduğunu ve aynı zamanda tapınak tipolojisinin çıkışı olduğunu savunmuştur.

Göbeklitepe’nin nasıl ve kimler tarafından inşa edildiği halen daha tartışılmakta olsa da bu insanların torunlarının yazı, tekerlek ve organize inanç sistemi gibi insanlık tarihinin en büyük icat ve keşiflerini yapan insanlar olduğu bellidir. Arkeologlar Göbeklitepe’nin ilerleyen yüzyıllarda önemini kaybettiği ve unutulduğunu iddia etseler de yarattığı kültür ölmemiş bilakis ilk olarak Mümbit Hilal boyunca oradan da Göbeklitepe’de gözüken doğal ve doğaüstü figürler adeta evrimleşerek çok tanrılı dinlerdeki tanrı anlayışına ve tezahürüne dönüşmüştür. Bu dönüşüm ise yine Yakın Doğu’da gerçekleşmiş organize inanç sistemleri ve mitoloji ortaya çıkmıştır. İlk organize inanç sistemlerinin ne zaman ortaya çıktığı bilinmese ve hatta bazı kişiler tarafından Göbeklitepe kabul edilse de ilk organize olmuş inanç sistemi Sümer inançlarıdır. Esasen çok fazla tanrı içeren bir inanç olsa da bazı tanrılar ve kültler diğerlerine üstün çıkmış ve Sümer sonrası dönemde de hayatta kalarak diğer medeniyetlere geçmiştir. Tanrıların da onlarla beraber yaşadıklarına ve tanrısı veya hamisi oldukları şey önem kazandıkça onların da güçlendiğinem inanılmıştır. Örneğin; bir kent büyüdükçe onun hami-tanrısı olan tanrı, panteonda yükselmiştir. Avrupa ve Asya içlerine dağılmıştır.

Tarım, anlayacağınız insana büyük kitleler halinde ve organize yaşamı yaratmış ve bunun sonucu olarak sosyal sınıflaşma meydana gelmiştir. İlerleyen bin yıllarda Sümer medeniyeti güneyden gelen istilacılar tarafından yerle bir edilmiş olsa da inancı yazı ve rahipler nedeniyle ayakta kalmış ve gelen istilacıları da etkisi altına alarak Göbeklitepe’den devraldığı kültürün devamlılığı sağlanmıştır. Bu kültür Sümer’de bir yaradılış fikri ve inancı kazanmıştır. Sümerlileri takip eden bütün bölge uygarlıkları Sümer tanrı ve devlet anlayışı ile hareket etmiş Sümer kültürüne ekleme yapmaktan ileriye gidememiştir. Semavi dinlerin perspektifinden Allah’ın kendini insanoğluna göstermesine ramak kala Mezopotamya işte bu halde idi. Böyle bir dünyaya putperestliğin ve çok tanrıcılığın kalbine güneyden gelip Sümer’i yıkan ancak daha sonra asimile olan deve göçebesi Sami insan topluluklarından birine bir çocuk doğdu ve o ana kadarki geleneği tamamen reddederek çok büyük bir devrim başlattı. Bu çocuğun adı İbrahim’di. O ana kadarki çok tanrı geleneği tamamen reddetti. Buna nasıl karar verdiği İslami ve Yahudi gelenekte farklı tasvir edilse de tek tanrı fikrinin ve inancının kurucusu olduğu konusunda bütün metinler hemfikirdir. Kronolojik sırayla gitmek gerekirse, Tevrat’ta ve İncil’in eski ahit kısmında Allah’ın ona konuştuğu ve onunla bir anlaşma yaptığı ve bu anlaşmanın sırf onunla değil onun gökteki yıldız sayısına ulaşacak olan çocuk ve torunları ile yapıldığı şeklindedir. Kuran da ise olaylar farklı şekilde anlatılır. Hz. İbrahim’in babası bir putperesttir ancak o putlara şüpheci yaklaşmaktadır. Onların sadece bir taş parçası olduğunu düşünmektedir. Bu konuyu düşünmek için yalnız kalır ve düşünmeye başlar. Günler günleri kovalar ancak kafasında bir sonuca ulaşamamıştır. Bir süre sonra Ay ve Güneş’in tanrılar olabileceğini düşünür. Başta aklına yatsa da sonra doğan ve batan bir şeyin tanrı olabileceğini reddeder. Daha sonra tek olan her şeyden üstün olan Allah'ın varlığına ulaşmıştır. Göbeklitepe’de oluşan kültür, ilk olarak Sümerliler tarafından çok tanrılı hale getirilmiş ve yaradılış açıklanmış daha sonra İbrahim ve çocukları tarafından çok farklı bir boyut kazanarak tek tanrılı hale gelmiştir. İlahi dinler bu noktadan sonra farklı anlatılara sahip olmaya başlasalar ve farklılaşsalar da şüphesiz üçü de İbrahim’i baba ve kurucu olarak kabul etmekte kendi geleneklerinin ilk temsilcisi ve kurucusu olarak görmektedir.

Tiyatronun Kökeni “Göbeklitepe”

Emir KALYONCU

İnsanoğlunun yaşam sürdüğü sürece yaşadığı olayları nedenselleştirme ve en iyi bilgiye ulaşma arzusu, şüphesiz ki Homo Sapiens’in evrimden itibaren süregelen bir gerekliliği olarak ortaya çıkmıştır. Çevresinden öğrendiklerini aktaramayan ve buna bağlı olarak örgütlenemeyen toplumlar pozitif seçilimden yoksun kalır ve süreç içerisinde ortadan kalkarlar. İnsan biyolojisinin bu doğal seçilimin sonucunda bugün bulunduğu yüksek hiyerarşik seviyesine ulaşmasını sağlayan en büyük neden doğumundaki yeteneklerinin diğer memeli yakınlarına göre çok geride olmasıdır. Yeni doğan bir zürafa veya at birkaç saat içerisinde yürümeye başlayıp aile sistemindeki yerini alabilmesine karşın insanlar, çok temel başını dik tutabilmek, kendi başına yemek yiyebilmek gibi özelliklerden yoksun olarak doğmaktadırlar. Hatta en yakın evrimsel akrabaları şempanze ve bonobolar ile karşılaştırıldıklarında bile fiziksel özellik olarak homo-sapiens geride kalmaktadır. Bununla birlikte insan bebeği doğduktan sonraki üç yıllık periyotta beyin gelişiminin %90’ını tamamlamakta, ayrıca bu kısa dönemde kurulan nöron arası bağlantılar aynı zamanda dış etkiye bağlı budanmakta (pruning) yani azalmaktadır. Bu beyin gelişimi süresince kompleks düşünme yeteneğini kazanan insanlar erken dönemde öz farkındalıkları sayesinde taklit etme ve anlatabilme yeteneklerini kullanmışlardır. Biraz da ondan bahsedelim...

İnsanların yerleşik hayata geçtiği Neolitik dönemde tarım ile uğraşıldığı için toprak ile içli dışlı olmuşlardır. Bir tohumun büyümesindeki evreleri, hasatı etkileyen doğal olayları nedenselleştirmek isteyen insanlar bu olayları tanrısal, kutsal olarak nitelendirmişlerdir. Göbeklitepe’nin içinde bulunduğu Çömleksiz Neolitik (Pre Potter Neolithic) dönem Göbeklitepe’de de gördüğümüz gibi ezoterik açıdan pek çok gizemli sembolü içinde bulundurmaktadır.

Göbeklitepe’de şimdiye kadar ortaya çıkartılan 43 dikilitaşta pek çok hayvan ve şekil tasvir edilmiştir. Çıkartılan bütün şekiller “erkek”tir ve dişi veya “kadın”ı tasvir eden herhangi bir şekil bulunamamıştır. Dişi sembolünün doğurganlığı ve hayatı sembolize ettiğini düşünürsek erkeğin ve yırtıcı hayvanların sembolize edildiği Göbeklitepe’nin “ölüm”ü temsil ettiği söylenebilir. Korkutucu olan bu sistemin örnekleri dikilitaşların üzerindeki figürlerde görülmektedir. Dikilitaşlarda yılan ve eski Hitit yazılı kaynaklarında geçen “her şeyin suçlusu” anlamındaki “koç” motifi beraber kullanılmıştır. Bir diğer dikkat çekici figür ise Fırat-Dicle vadisinde sıklıkla bulunan “turna” figürüdür. Turna antik dönemde bereket tanrısı Demeter’in kutsal hayvanıdır ve ortaya çıkması yeşermenin zamanının geldiğini haber vermektedir. 2 numaralı dikilitaşta karşılaştığımız turna motifi gerçeğinden farklı olarak bacakları bükülmüş şekildedir. Diğer tasvirlerdeki başarılı gösterimden yola çıkarak bu anotomik olarak imkansız şeklin kasıtlı olarak yapıldığı söylenebilir. Çatalhöyük’te bulunan turna kostümü parçası Göbeklitepe’deki turna tasvirlerinin turna değil turna kostümü giymiş şamanlar olabileceğiyle ilgili değerlendirmelere yol açmıştır.

Göbeklitepe’nin inşa edilme amacıyla ilgili çeşitli farklı yorumlar olsa da yapının bulunmasında emeği geçen ve yıllar boyu alanda çalışmalar yapmış Alman Profesör Klaus Schmidt’e göre bölge bir kült merkezi idi ve ayrıca muhtemelen ruhani anlamda bölgede yaşayanlar için önemliydi. Edebiyat’ın ve görsel sanatların gelişmesinde tiyatronun ve genel anlamda “taklit”in önemli yeri vardır. Antik Yunan’da coşkunluk ve haz tanrısı Dionysos adına düzenlenen şenliklerde şiir yarışmaları düzenlenmiş ve bu yarışmalar zamanlar önce tragedya, daha sonra ise komedi ve satirik tiyatro oyunları ile devam ettirilmiştir. Milattan önce 6. Yüzyıldan süregelen bu etkinlikler modern tiyatronun başlangıcı olarak görülmektedir. Ayrıca Mısır’da bulunan hayvan ve hayvanlarla mücadele eden insanların tasvirlerinin olduğu hiyerogliflerin M.Ö 4000’li yıllara dayandığı söylenmektedir. Buna karşın Nevali Çori’deki kabartmalı dans sahneleri ve Çatalhöyük’te bulunan kostüm kanatlar verimli hilal bölgesinde bir taklit performans geleneğinin oluşmuş olabileceğini ortaya koymaktadır. İnsanların dilden farklı olarak iletişim kurmak için somut nesneleri kullandıkları uzun zamandır bilinmektedir, ama Göbeklitepe gibi bir yapıda olduğu gibi yırtıcı hayvanların tasvirlerinin ve turna kabartması gibi insanın taklidinin aynı anda bulunduğu başka bir paleolitik veya çömleksiz Neolitik çağ yapısı bulunamamıştır. Sistemli bir tiyatral performansın bundan 12.000 yıl önce yaşamış bir toplum tarafından gerçekleştirilebilmiş olması bizi çeşitli sanat dallarının birleştirilmiş olduğu tiyatro’nun başlangıcı ile ilgili şaşırtmaktadır. Her ne kadar Göbeklitepe’deki sistemli sanat bizi şaşırtsa da ilk paragrafta da belirtildiği gibi “anlatma”nın ve “taklit”in hayati önem taşıdığı Homo Sapiens’in 300.000 yıldır yaşadığı düşünüldüğünde bu yeteneklerinin bu şekilde gösterilmiş olması gayet olasıdır.

Sentosa Tur Rehberi ve Tarihçi Celal İbrahim Aydık ile "Göbeklitepe" üzerine Röportaj

Emir KALYONCU

Göbeklitepe ziyaretimiz sırasında bize rehberlik eden Sentosa Tur rehberi ve Tarihçi Celal İbrahim Aydık ile ‘’Göbeklitepe üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Tur boyunca bize bir çok konuda önemli bilgiler aktaran rehberimiz sizler için sorularımıza da cevap verdi.

Sentosa Tur Rehberi ve Tarihçi Celal İbrahim Aydık ile ALKEV Göbeklitepe Ekibi

Göbeklitepe tarih anlayışımızı nasıl değiştirdi?

Göbeklitepe her şeyden önce yerleşik hayata geçiş ve erken neolitik ile ilgili bililinen pek çok yargıyı köklü olarak değiştirdi. 1935’te Gordon Childe tarafından “devrim” olarak adlandırılan neolitik dönem, medeniyet kavranıma dair pek çok devrimsel yeniliğin başladığı bir tür “ilkler paketi” olarak görülmekteydi. Ancak Göbeklitepe'de gördüğümüz ileri teknoloji ve sanat, avcı ve toplayıcıların içeriğini tam olarak da bilemeyeceğimiz ancak ilkel olarak da tanımlanamayacak animist, şamanist bir inanç sistemi etrafında böylesi büyük ve anıtsal bir organizasyon için bir araya gelebileceğini ortaya koydu. Başka bir tanımlama ile dinler, tapınaklar, ortak üretim, anıtsal yapılar, toplumsal sınıflar ve hiyerarşi hatta doğanın kontrol altına alınması gibi pek çok kavramın yerleşik hayata geçişin yarattığı bir sıçrama ya da devrim olmadığını, zaten medeniyet tarihine dair hemen her şeyde olduğu gibi nesilden nesile gelişerek aktarılan kültür kavramının dinamiğinde olduğu gibi neolitik kültürün de sandığımızdan çok daha köklü bir avcı toplayıcı geleceğe dayandığıdır.

Göbeklitepe klasik bir neolitik yerleşim yerinden ziyade, inanca ve ritüele ait yapıları ile peygamberler şehri Şanlıurfa’nın din kavramının doğumunda ne kadar büyük bir rol oynadığını gözler önüne sermiştir. İşte yerleşik medeniyet kavramı etrafında bir araya gelen sosyalleşen insan ırkının temellerini attığını sandığımız inanç ve din kavramının aslında çok daha önceden insanları bir arada tutabilecek en büyük dinamiklerden birisi olarak yerleşik hayat ve medeniyet olgusunun doğumuna neden olduğunun kanıtıdır Göbeklitepe.

Dikilitaşlar ve bölgedeki betimlemeler bize nasıl bir toplum yapısını yansıtıyor ?

Göbeklitepe’deki insan topluluklarının kültürüne ve inanç sistemlerine dair bildiğimiz her şey aslında ören yerinin ve Göbeklitepe benzeri diğer kazı merkezlerinin bize sunduklarını yorumlamaktan öteye gitmeyecek maalesef. Sadece bilmekle kalmayıp bildiğini de farkında olan Homo Sapiens’in medeniyete dair her şeyi, ilk köyleri kurup tarım ve hayvancılığa başladıktan sonra inşa etmiş olması zaten olağan dışı bir durumdur. Ancak Göbeklitepe avcılarının bilinen ilk tapınağı inşa etmiş olmalarının yanı sıra, alet teknolojisinin, taş ve doğanın sunduğu bazı temel öğelerden öteye gidemediği ve henüz ne çanak çömlek yapımının ne de hiçbir metalin bilinmediği bir dönemde avcı ve toplayıcı bir topluluğun bu ölçekte, bu anıtsallıkta ve oldukça özenli bir üslupta bu tapınağı inşa edebilmiş olabilmesi bile tek başına hayranlık uyandıran bir durumdur. En yakın benzerlerinden bile binlerce yıl önce hem de böylesi bir sanat ve anıtsallıkta inşa edilmiş Göbeklitepe, Homo Sapiensleri’nin oldukça ileri bir kültür seviyesine sahip olduklarını gözlemleyebiliyoruz. Göbeklitepe için kesin bir örnek olmamakla birlikte Afrika ve benzeri yerlerde modern çağlarda gözlemlenebilen ilkel avcı topluluklarında klanların yaklaşık 25 kişiden oluştuğunu ve yaklaşık 20 grubun bir kabileyi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Göbeklitepe, Toros dağlarının güney eteklerinde kendi çevresindeki yaklaşık 200 km etrafında yaşayan ve birileri ile etkileşim içerisinde olduğunu tahmin ettiğimiz gruplarca inşa edilmiş olmalıdır. Bu tarz bir organizasyon için bir araya gelen insan topluluklarının hiç şüphesiz ki bir hiyerarşi içerisinde hareket etmiş olması gerekir. Ancak, şu ana kadar kazılarda, zenginler için özel yaşam alanları, soylular için özel mezarlar, ruhban sınıfı için ayrıcalıklı menüler gibi sınıf kavramına işaret edebilecek belirgin bir buluntu açığa çıkarılmadı. Sınıfsal bir hiyerarşiden ziyade ritüeli yöneten şamanlar, taş işçileri, yetenekli kazıyıcılar, çıkanları taşıyanlar, yine sahadaki binlerce ceylan ve yabani öküz kemiğinden hareketle organizasyonda yer alan bu büyük topluluğun yeme ihtiyaçları için gıda tedarikçileri gibi grupların olduğunu tahmin edebiliriz.

Her bir tapınağın dikilitaşları üzerinde farklı farklı hayvan tasvirleri de olsa, tapınaklar detaylı bir şekilde incelendiğinde aslında her bir tapınağın bir hayvan türünü diğerlerine nazaran daha baskın bir şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz. Megalitler üzerinde yer alan bu tasvirlerin tamamı antropeik formdadır yani bir tür saldırmaya hazır ve koruyucu bir imge olarak işlenmiştir. muhtemel ki organizasyonda yer alan her bir klanın totem hayvanı o klana ait bir tapınakta baskın bir şekilde betimlenmiştir. İnsanın medeniyet yolculuğunu bir tür insan-doğa ilişkisi tanımlamaya çalışırsak bugün doğayı kendisine sunulmuş sınırsız bir nimetmiş gibi görüp onu yok etmeyi kendinde bir hak olarak gören modern insan topluluklarının aksine, taş çağı avcıları doğadan hem korkuyor hem de doğaya büyük saygı duyuyorlardı. Avladıkları ve bir anlamda yok ettikleri hayvanlar dahil etraflarındaki her şeye büyük saygı duyuyorlardı. Göbeklitepe’lilerin animist, şaman inançlarını Türk-İslam tasavvufunu da derinden etkileyen varlık birliği hatta bunun bir adım ötesi kainatta bulunun her şeyin birliği “vahdet-i mevcud” inanışına benzetebiliriz. Bu inanışta, Tanrı’nın varlığı ile yarattığı kainatı doldurduğuna, bütün yarattıklarının bir şekilde onun parçası olduğuna inanılır. Göbeklitepe şamanları da muhtemel ki her şeyin bu şekilde çok özel ve kutsal bir ruhu olduğuna inanıyor ve saygı duyuyorlardı. Topluluğa dair yine bölgenin bize anlattığı olgulardan birisi de ön natufyen kültürün bir parçası olarak Göbeklitepe’lilerin daha geç dönem iç Anadolu Neolitik kültürlerinin aksine, ataerkil bir kültür yapısına sahip olduklarıdır. Göbeklitepe’nin geç katmanlarında yer alan ve aslanlı yapı olarak da bilinen tapınağın dikilitaşlarından birisinin kaidesi üzerine özensizce ve amatör bir üslupla işlenmiş tartışmalı kadın figürünü saymaz isek hayvanların ya da bütün tasvirlerin eril ve ereksiyon halindeki formları Göbeklitepe’de erkek egemen bir organizasyonun olabileceğini göstermektedir.

Göbeklitepe tarihinin aydınlatılmasında sırada ne var ?

Tabii ki yeni kazı buluntuları var, Göbeklitepe’de yapılması muhtemel yeni açmalar aynı şekilde Göbeklitepe benzeri bölgedeki diğer kültür merkezlerinden gelecek kazı buluntuları ile aydınlatılacaktır. Göbeklitepe kültürü’nü anlayabilmek adına, ne yazık ki bazı çok değerli verileri ben Atatürk Barajı altında bıraktığımızı düşünüyorum. Yani sadece Nevali Çori değil envantere geçmemiş tanımlanmamış muhtemel benzer kazı sahaları Atatürk Barajı’nın o yıllarda yarattığı heyecan karşısında detaylı bir şekilde sahanın araştırılmasının önüne geçmiş olabilir. Ancak yine de hala elimizde çok büyük bir şansın olduğunu düşünüyorum çünkü çok zengin bir bölgede oturuyoruz bu anlamda, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’su Neolitik Kültürler anlamında olağanüstü bir bölge. Çekirdek bölge yargısını yerle bir eden, tek bir çekirdek bölge değil bölgeler içinde en özel olanlardan birisi. Sadece Güneydoğu Anadolu değil bunun uzantısı Kuzey Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki bazı bölgelerden gelecek kazı buluntuları da hiç şüphesiz ki dönem kültürünü anlamak anlamında bize önemli veriler sunacaktır.

Baraj altında bıraktığımız Nevali Çori, Güneydoğu’nun ilk Neolitik kazı merkezlerinden Çayönü bugün Adıyaman Müzesinde sergilenen Urfa heykeline benzer formda ya da Göbeklitepe’nin antromorf üsluptaki dikilitaşlarına benzer bir şekilde karşımıza çıkan Kilisik Heykeli’nin buluntu yeri içerisinde yapılabilecek belki araştırmalar. Bu sene itibarı ile kazıları başlayan Karahantepe, Sefertepe, ülkemiz sınırları dışındaki Mureybet gibi kazı alanlarından gelecek bilgiler pek tabii bize dönemi anlamamız konusunda önemli bilgiler verecektir. Bunları, ve tabii ki kazıyıcıların ortaya çıkardıklarını yorumlayacak akademisyenlerin aktaracakları çalışmaları bekleyeceğiz.

Yıllar geçtikçe Göbeklitepe’ye bakış açısı nasıl değişti ?

Göbeklitepe’nin çeyrek asra varan kazı tarihine baktığımızda Göbeklitepe’nin son birkaç yılda kendi insanımız ya da konuya dışardan ilgi duyan kitleler nezdinde tanındığını söyleyebilirim. Göbeklitepe çok önemli bir kazı merkezi, turistik olarak bir değer, ancak bu değerin yarattığı baskı sahayı tarihsel ve arkeolojik olarak anlamak yerine ne yazık ki, bu benim gözlemim, saha üzerinde bir fantastik tezler üretme, sembol anlamlandırma, kutsal kitaplar ve kişiliklerle ilişkilendirme, etnik bağlantılar bulma, olağanüstülükler bulma gibi fantastik ve kurgusal yorumlara doğru yöneliyor gibi. Bu sadece Türk insanında olan bir durum değil, genel olarak dünya üzerinde bu noktalara eğilimin varlığını gözlemliyorum. Sahayı akademik olarak sağlıklı bir şekilde yorumlamak yerine, ordaki olağanüstü kültürün belki yarattığı heyecanın ve bu heyecanın halktaki karşılığı olarak birileri doğal olarak bu tarz fantastik kurgusal şeyler üretecektir. Ancak bunun Göbeklitepe üzerindeki sağlıklı bilimsel yaklaşımın önüne geçmesinden endişe duyduğumu söyleyebilirim. Bekleyip her beraber bu heyecanın ne şekilde seyredeceğini göreceğiz.

Su kaynaklarına böylesine uzak bir bölgede bu tür bir yapının inşa edilmesini nasıl buluyorsunuz ?

Bu aslında çok şaşırtıcı değil, çünkü Göbeklitepe yerleşik hayata geçmiş bir insan topluluğunun sürekli yaşamını sürdürdüğü klasik, domestik, sivil bir köy kent çizgisi arz eden bir ören yeri değil. Burası insanların muhtemelen belirli dönemlerde toplandığı bir hac yeri idi. Bu nedenle “bütün medeniyetler su kenarında kurulmuştur.” klasik yerleşik medeniyet yargımızın dışında bir durumdur Göbeklitepe. Bu bağlamda Nevali Çori’nin Kantara Deresi etrafında kurulması, Çayönü’nün hemen Boğazçay Deresi’nin dibinde olması, Hallan Çemi’nin Sason Çayı yanında kıyısında olması ya da Çatalhöyük Kenti’nin Çarşamba çayı etrafında olması bu yaklaşım anlamında çok beklenen bir şey, ama Göbeklitepe bu tarz bir yerleşim yeri değil. Yine de şunu söyleyebiliriz, hem sahanın inşasında çalışan sayısını tam kestiremediğimiz büyük insan topluluğunun hem de belli dönemlerde buraya geldiğini tahmin ettiğimiz insan topluluklarının tabii ki en temel gereksinimleri suydu ve bu su bir şekilde sahaya tedarik ediliyordu. Göbeklitepe’de çıkartılmış büyük taş kapların içerisinde biranın atası da diyebileceğimiz yabani buğdayın fermantasyonu ile oluşmuş oksalit kalıntılarını bir kenara bırakırsak, bunlar bu tarz sıvı depolanmasında kullanılmış olabilir. Ancak yine de su kaynaklarına uzak olma olgusu bugün için geçerlidir. Çünkü sahada belki yapılabilecek Arkeocoğrafya araştırmaları bu konuda bize çeşitli farklı bilgiler sunabilir. Tam olarak Göbeklitepe’nin bulunduğu saha olmasa bile hemen yakınlarında bugün kurumuş bir derenin varlığına ulaşabiliriz. Bazı şeyler belki tarih için çok uzun denebilecek olmasına rağmen coğrafya için bir “an” gibi kısadır ve çok hızlı değişebilir. Ben aslen Adıyamanlı’yım ve benim çocukluğumda Toros’lardan onlarca dere şehir içinden geçerek Fırat’a karışırdı, bugün o derelerden hiçbirisi kalmadı, ya da Göbeklitepe’nin hemen önünde uzanan bereketli Harran ovası içerisinde bir yığın arkeolojik kazı merkezi var ve bu anlamda dünyanın en zengin sahalarından bir tanesi. Bugün modern teknikler kullanılarak Fırat’ın suyu ile sulanabilen bir ovanın bu kadar su kaynağı olmaksızın medeniyet üretmesi mümkün değil, çünkü biliyoruz ki Harran ovasını sulayan iki dere Orta Çağ’da kurudu. Ve o derelerden beslenen medeniyetler de derelerin kurumasıyla giderek karanlık bir döneme girmeye başladılar. Bu anlamda da Göbeklitepe’de de günümüze ulaşamamış kurumuş küçük su kaynakları olabilir. Fakat olmasa da Göbeklitepe’nin niteliği düşünüldüğünde çok şaşırtıcı bir durum değil.

Bildiklerinizi nasıl öğrendiniz, bir öneriniz var mı ?

Bana göre bilginin tek bir nedeni var. Bugün için günümüz şartlarında bu bilgiye ulaşmanın da iki yöntemi var. İlkin tabii ki Göbeklitepe avcılarında da oldukça güçlü bir şekilde var olduğuna inandığım merak duygusu, çünkü insanoğlunu bilgiye ve medeniyete ulaştıran en güçlü duygudur bence merak. Taş Çağı avcıları da aynen bizler gibi çevrelerinde olan bitene karşı kayıtsız kalmayıp, görünen gözlemlenebilen veya görünmeyen pek çok şeyi merak ettiler. İşte onların bu merakları doğaya dair pek çok farklı şeyi anlamaya, gözlemlemeye yönlendirirken, görünmeyeni anlamaya çalışmaları onları inanç denen kavrama yönlendirdi. İnsanoğlu bilmek ister, bilginin de temelinde yatan şey bu istektir. Ben de merak ediyorum. Birazcık merak, birazcık da ilgi duyduğunuz konuya aşkla yaklaşmanız sizi bilgiye ulaştırır. Biz çok zengin bir ülkede yaşıyoruz, ve bir turist rehberi olarak bu mesleği en iyi yapabileceğim öğrenmenin asla sınırının olmadığı bir coğrafyada yaşadığımı düşünüyorum.

Sadece merak etmek yetmiyor, sevmek de gerekiyor. Üstad Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) aslında bu Anadolu aşkını yıllar önce en derinden hissetmiş olmalı ki şöyle bir fikir ortaya atıyor : Göbeklitepe şu an turistik bir mirasımız, peki sadece burası girişinde bilet kesilen bir ören yeri mi burası ? Bence değil, bununla daha köklü bağlar kurmamız lazım. Bu bağlar Göbeklitepe’yi inşa edenlerin Türk olması üzerinden kurulacak bağlar değil, bizim her şeyiyle üzerinde yaşadığımız bu toprakları sevmemiz ve sahip çıkmamız gerekir. Bu mavi gökyüzünün altında yaşayan bizler bu toprakların her türlü geçmişinin de sahibiyiz, 1071’den sonrasının da 1071’den öncesinin de sahibiyiz. Bizler Göbeklitepelileriz bizler Çatalhöyüklüleriz. Bilgiye ulaşmanın yöntemine gelince ise aslında çok basit, sizler gibi merak duyan ve araştıran herkesin ürettiği her türlü kaynak bilgiye ulaşmak için kullanılır. Size sunulan her türlü eşsiz bilgiyi pek çok kaynaktan okuyup, bunları bir araya getirip kendi benliğinizi de ortaya koyarak yorumlayabilmek bilgiye ulaşmak için gereklidir.

Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Devrim Sönmez Röportajı

Öykü Çoban

Biz ALKEV Özel Okulları olarak başlıca amacımız Göbeklitepe’yi tanımak ve tanıtmaktı. Bu nedenle okul içinde ve dışında birçok çalışma yürüttük. Fakat araştırmalarımız sonucunda aklımızı birçok soru kurcalamaya başladı ve biz de danışacak birine ihtiyaç duyduk. Bu aklımızda yer edinen soruların ise anca röportaj yaparak giderileceğine inandık ve başka kişilerin de bu röportaj sayesinde Göbeklitepe’ye ilgisinin artacağını amaçladık ve Devrim Sönmez’den yardım alarak kafamızdaki soruları kendisine yönlendirdik. Devrim Bey zaten Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde çalıştığı ve Göbeklitepe ile ilgili birçok çalışma ve yayın yaptığı için bizim ona yönelttiğimiz tüm soruları detaylı bir şekilde cevaplandırdı ve bize cevaplarını gönderdi. Göbeklitepe’nin gençler tarafından bilinmesi ve tanıtılması için vermiş olduğu emek ve çabadan dolayı kendisine teşekkürlerimizi iletiyoruz. Kendisine ilerde yapacağı çalışmalarında başarılar diliyoruz.

Göbeklitepe, insanların tarih bilgisini nasıl değiştirdi?

Göbekli Tepe’nin keşfinden önce, insanlık tarihinin bu kadar erken bir döneminde insanların bir araya gelerek bu derece karmaşık bir organizasyon oluşturup anıtsal yapılar inşa edebileceği düşünülmüyordu. Göbekli Tepe’nin keşfiyle yaklaşık on iki bin yıl önce bile insanların bu kapasiteye sahip oldukları anlaşıldı.

Göbeklitepe’nin keşfi ve bundan öğrendiklerimiz neden bu kadar önemli?

Göbekli Tepe sayesinde Neolitik dediğimiz, insanların yerleşik yaşama geçtiği ve tarım ve hayvancılık yapmaya başladığı dönemde karmaşık bir sosyal yapı ve sembolizmin varlığını gördük. İnsanlar günlerini yalnızca basit köy yaşamıyla geçirmiyordu. Benim kendi adıma öğrendiğim, geçmişin herhangi bir döneminde yaşamış insanın (Homo Sapiens sapiens) gerekli hayal gücüne, teknolojiye ve toplumsal yapıya sahip olduğunda, altından kalkamayacağı bir iş olmadığıdır. Bu nedenle, geçmişimizde yaşamış insanlara ‘ilkel‘ demeyi bir kenara bırakmalıyız.

Göpeklitepe, insanların geçmişiyle ilgili neleri aydınlattı?

Az önce söylediğim gibi Göbekli Tepe, bundan yaklaşık on iki bin yıl önce yaşamış insanların karmaşık düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimini yansıtıyor. Göbekli Tepe’nin keşfinden önce bu kadar eski bir dönemde yaşamış insanların daha basit bir yaşam ve düşünce biçimine sahip olduğu düşünülüyordu. Ancak Göbekli Tepe’deki anıtsal yapılar ve zengin sembolizm, insanların karmaşık bir biçimde örgütlenebileceğini, o dönem için büyük inşa faaliyetleri için iş birliği ve iş bölümü yapabileceklerini ve zengin bir mitolojik dünyaya sahip olabileceklerini kesin kanıtlarla göstermiştir.

Bu dönemde yaşamış insanlar, neden böyle anıtsal bir mimariye ihtiyaç duydular?

Öncelikle bu tip yapıların günlük işlerin döndüğü evler olmadığını hatırlatalım. Bu yapılar bugün anladığımız biçimiyle ‘kamu yapıları’ olmalıdır, yani topluluğun tümüne ya da bir kısmına hizmet etmiş olmalılardır. Göbekli Tepe’nin çağdaşı olan ve 200-300 km mesafedeki neredeyse tüm yerleşmelerde bu tip bir yapının varlığını biliyoruz. Ancak Göbekli Tepe’de bu tip ‘kamu’ yapılarının sayısı yirmiyi aşıyor. Bu da Göbekli Tepe’nin tipik bir köy yerleşmesi olmadığının en önemli kanıtlarından biri olarak kabul edilmişti Klaus Schmidt tarafından. Yapıların içinde ne tür faaliyetlerin yapıldığını bilmiyoruz. Klaus Schmidt, bu yapıların toplanma ve ölümle ilgili ritüeller için hizmet verdiğini belirtmiştir. Anıtsal yapıların ortasındaki iki merkezi dikilitaş ve bunların etrafında halka oluşturan 10-12 dikilitaş bu tip bir ‘toplantıya’ işaret etmektedir. Ancak insanları bu yapıları inşa etmeye ve yüzlerce yıl boyunca onarmaya iten toplumsal yapı ve ilişkileri tam anlamıyla kavrayamadığımız da bir gerçek.

Göbeklitepe’de bulunan sütunlar, bizlere ne hakkında bilgi veriyorlar?

Göbekli Tepe’deki dikilitaşların (Pfeilern) yapısal ve sembolik işlev ve anlamları iç içe geçmiştir. Bunlar öncelikle yapıların üst örtülerini tutan taşıyıcı elemanlardır. Neolitik dönemde insanlar mimari bakımdan giderek daha karmaşık yapılar inşa etmeye başlamışlar ve bu alanda yeni keşifler yapmışlardır. Mekanların taşıyıcıları olan kolonlar yani ‘dikilitaşlar’ da bu anlamda ele alınmalıdır. Bu en temel yapısal işlevlerine ek olarak, özellikle antropomorfik yani insan bedenini andıran biçimleri, üstlerinde taşıdıkları semboller ve yapılar içerisindeki dağılımlarıyla burayı inşa eden ve yüzyıllar boyunca kullanan insanların manevi dünyalarına ışık tutmaktadırlar. Her ne kadar emin olmasak da, dikilitaşların geçmişte ya da o dönemde yaşamış önemli insanların, ataların ya da insan üstü varlıkların tasvirleri olduklarını düşünmek yanlış olmaz. Özetle dikilitaşlar, bu dönemde gelişen ve karmaşıklaşan mimari yöntemlerle mitolojik dünyanın iç içe geçtiği bir alanı yansıtırlar.

Göbeklitepe’deki sütunlarda bulunan figürler ne gibi anlamlar barındırıyorlar?

Bugün o dönemde yaşamış insanların düşünce biçimine, hayal dünyalarına, mitolojilerine ve diğer anlatılarına hayli uzağız. Bu nedenle figürlerin geçmişte yaşamış insanlara ne ifade ettiğini kesin olarak söylemek güç. Ancak yine de ulaşabildiğimiz bazı sonuçlar var. Dikilitaşlar, heykeller, totem direkleri ve diğer küçük nesneler üstünde gördüğümüz bu figürlerin içinde anka kuşu, sfenks, ejderha gibi hayal ürünü canlılar yok, doğada gördükleri, avladıkları hayvanları doğal bir biçimde resmetmişler. Tasvilerin özellikle saldırı, sıçrama gibi hareket halinde betimlendiklerini görüyoruz. Bir diğer önemli nokta, cinsiyeti tespit edilebilen hayvanların erkek olması. Bunun ne anlama geldiğini henüz bilmiyoruz. Ayrıca, bazı dikilitaşların ve diğer nesnelerin üstünde gördüğümüz betimler çeşitli hikayeleri anlatıyor. Benzer anlatıları Göbekli Tepe’nin çağdaşı olan ve yakınlarında bulunan diğer yerleşmelerde ve Göbekli Tepe’nin terkinin yaklaşık bin yıl sonrasına denk gelen Çatalhöyük’te de görüyoruz. Bu da bazı hikayelerin, masalların ve mitlerin çok geniş bir bölgede neredeyse 3 bin yıl boyunca tekrarlandığı anlamına geliyor. İşte bu hikayeler, en yoğun haliyle Göbekli Tepe’de resmedilmiş gibi görünüyor. Bir nevi hikaye kitabı gibi.

Göbeklitepe’de yapılan araştırmalar gelecekte bizleri ne şekilde aydınlatabilir?

Göbekli Tepe’de önümüzdeki yıllarda yapılacak araştırmalarla burayı inşa eden ve kullanan toplulukların günlük yaşamları, beslenmeleri, alet yapım teknolojileri, çevrelerindeki alanı kullanım biçimleri ve etraflarındaki diğer topluluklarla kurdukları etkileşimler ve çok sayıda diğer soru hakkında yeni bilgiler elde edilmesi amaçlanmaktadır.

Göbeklitepe’de bulunan güncel bulgular nelerdir?

Göbekli Tepe’de son dönemde ortaya çıkarılan bulgular arasında günlük aktiviteleri yansıtması muhtemel yeni alanların keşfi, anıtsal olmayan ve bugüne kadar bildiklerimizden farklı tipteki mimari kalıntılar ve Göbekli Tepe’de ilk kez keşfedilen bir mezar sayılabilir. Bu keşifler hakkındaki çalışmalar devam etmektedir ve yayınları hazırlık aşamasındadır.

Bu yapıdan hiyerarşik yapı hakkında ne öğrenebiliriz?

Öncelikle her insan topluluğunun (hangi dönemde yaşadığı fark etmeksizin) basit ya da karmaşık bir toplumsal düzene sahip olması gerektiğini hatırlatmak isterim. Bu düzen fiziksel şiddete dayalı, katı bir hiyerarşi içerebileceği gibi, daha eşitlikçi ve yaşa/tecrübeye dayanan liderlerin olduğu bir örgütlenmeye de sahip olabilir. Göbekli Tepe’deki karmaşık örgütlenmenin bunlardan hangisine daha yakın olduğunu söylemek şu aşamada zor. Sadece anıtsal yapılara bakarak insanların baskı altında, zorla çalıştırıldıklarını söyleyemiyoruz. Bununla ilgili en azından iskelet verilerinin olması gerekiyor. Belirli bir grup insanın ya da soyun, aşiretin ya da cinsiyetin daha iyi beslendiğini, diğerlerinden üstün olduğunu gösteren herhangi bir kanıta rastlanmadı Göbekli Tepe’de. Yani şimdilik nispeten eşitlikçi bir resme baktığımızı söyleyebiliriz. Burada gördüğümüz karmaşık organizasyonun arkasındaki motivasyonu şu aşamada bilemiyoruz.

Göbeklitepe’de yaptığınız araştırmalarda, en çok sizi ne heyecanlandırdı?

Göbekli Tepe’deki araştırmaların yalnızca küçük bir kısmı tamamlanabilmiştir. Özellikle çalışmalara dahil olduğum 2012 yılından beri, kazılan hemen her alanda beklenmedik bulgulara ulaşıldı. Aslında Göbekli Tepe’nin hala küçük bir kısmı kazılmış durumda ve ileride yapılacak çalışmalarla buraya dair bildiklerimizi çok daha arttıracak ve geliştirecek sonuçların ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Araştırmalarınızda hangi metotları kullanıyorsunuz?

Araştırmalarımızda kullandığımız yöntemleri birbirini tamamlayan iki grupta inceleyebiliriz. Bunlardan ilki sahadaki yöntemlerdir. Bağlamsal arkeoloji yaklaşımıyla kazdığımız alanlarda geçmişe dair en küçük olayları ve nesneleri dahi tespit etmeye ve belgelemeye gayret ediyoruz. Çeşitli notlar, 2D (fotoğraf, çizim ve sketchler) ve 3D belgeleme yöntemleri bunlardan bazıları. Ayrıca ileride yapacağımız analizler için çok sayıda örnek topluyoruz. Açığa çıkan toprağın eleme ve yüzdürme yöntemleriyle incelenmesi sonucunda gözle tespiti zor olan diğer nesneleri de toplayabiliyoruz. Bu sahada uyguladığımız yöntemlerin bir kısmıydı. Bunu takiben alandan ve çevresinden topladığımız veriler ve örnekler çok çeşitli bilimsel araştırma yöntemleriyle (arkeozooloji, arkeobotani, taş alet üretimi araştırmaları, mimarlık, biyolojik antropoloji, coğrafya vd.) incelenerek kazı sırasında elde ettiğimiz bilgileri tamamlayıcı ve destekleyici bilgiler elde edilmektedir. Bunlara ek olarak alandaki koruma, onarma ve bakım çalışmaları da devam ediyor. Bu süreç çok sayıda uzmanın bir araya gelerek sürdürdüğü uluslararası bir çalışmanın ürünüdür.

Özgür Barış Etli ile Röportaj

Öykü ÇOBAN

Göbekli Tepe ve Ön Türkler kitabı yazarı sayın Özgür Barış Etli ile röportaj yaparak kendisine merak ettiğimiz soruları yönelttik.

1. Göbeklitepe, insaların tarih bilgisini nasıl değiştirdi?

Göbeklitepe’nin keşfinden önce, insanlık tarihinin bu kadar erken bir döneminde insanların bir araya gelerek bu derece karmaşık bir organizasyon oluşturup anıtsal yapılar inşa edebileceği düşünülmüyordu. Göbeklitepe’nin keşfiyle yaklaşık on iki bin yıl önce bile insanların bu kapasiteye sahip oldukları anlaşıldı.

2. Göbeklitepe’nin keşfi ve bundan öğrendiklerimiz neden bu kadar önemli?

Göbeklitepe sayesinde Neolitik dediğimiz, insanların yerleşik yaşama geçtiği ve tarım ve hayvancılık yapmaya başladığı dönemde karmaşık bir sosyal yapı ve sembolizmin varlığını gördük. İnsanlar günlerini yalnızca basit köy yaşamıyla geçirmiyordu. Benim kendi adıma öğrendiğim, geçmişin herhangi bir döneminde yaşamış insanın (Homo Sapiens sapiens) gerekli hayal gücüne, teknolojiye ve toplumsal yapıya sahip olduğunda, altından kalkamayacağı bir iş olmadığıdır. Bu nedenle, geçmişimizde yaşamış insanlara ‘ilkel‘ demeyi bir kenara bırakmalıyız.

3. Göpeklitepe, insanların geçmişiyle ilgili neleri aydınlattı?

Az önce söylediğim gibi Göbeklitepe, bundan yaklaşık on iki bin yıl önce yaşamış insanların karmaşık düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimini yansıtıyor. Göbeklitepe’nin keşfinden önce bu kadar eski bir dönemde yaşamış insanların daha basit bir yaşam ve düşünce biçimine sahip olduğu düşünülüyordu. Ancak Göbeklitepe’deki anıtsal yapılar ve zengin sembolizm, insanların karmaşık bir biçimde örgütlenebileceğini, o dönem için büyük inşa faaliyetleri için iş birliği ve iş bölümü yapabileceklerini ve zengin bir mitolojik dünyaya sahip olabileceklerini kesin kanıtlarla göstermiştir.

4. Bu dönemde yaşamış insanlar, neden böyle anıtsal bir mimariye ihtiyaç duydular?

Öncelikle bu tip yapıların günlük işlerin döndüğü evler olmadığını hatırlatalım. Bu yapılar bugün anladığımız biçimiyle ‘kamu yapıları’ olmalıdır, yani topluluğun tümüne ya da bir kısmına hizmet etmiş olmalılardır. Göbeklitepe’nin çağdaşı olan ve 200-300 km mesafedeki neredeyse tüm yerleşmelerde bu tip bir yapının varlığını biliyoruz. Ancak Göbeklitepe’de bu tip ‘kamu’ yapılarının sayısı yirmiyi aşıyor. Bu da Göbeklitepe’nin tipik bir köy yerleşmesi olmadığının en önemli kanıtlarından biri olarak kabul edilmişti Klaus Schmidt tarafından. Yapıların içinde ne tür faaliyetlerin yapıldığını bilmiyoruz. Klaus Schmidt, bu yapıların toplanma ve ölümle ilgili ritüeller için hizmet verdiğini belirtmiştir. Anıtsal yapıların ortasındaki iki merkezi dikilitaş ve bunların etrafında halka oluşturan 10-12 dikilitaş bu tip bir ‘toplantıya’ işaret etmektedir. Ancak insanları bu yapıları inşa etmeye ve yüzlerce yıl boyunca onarmaya iten toplumsal yapı ve ilişkileri tam anlamıyla kavrayamadığımız da bir gerçek.

5. Göbeklitepe’de bulunan sütunlar, bizlere ne hakkında bilgi veriyorlar?Göbeklitepe’deki dikilitaşların (Pfeilern) yapısal ve sembolik işlev ve anlamları iç içe geçmiştir. Bunlar öncelikle yapıların üst örtülerini tutan taşıyıcı elemanlardır. Neolitik dönemde insanlar mimari bakımdan giderek daha karmaşık yapılar inşa etmeye başlamışlar ve bu alanda yeni keşifler yapmışlardır. Mekanların taşıyıcıları olan kolonlar yani ‘dikilitaşlar’ da bu anlamda ele alınmalıdır. Bu en temel yapısal işlevlerine ek olarak, özellikle antropomorfik yani insan bedenini andıran biçimleri, üstlerinde taşıdıkları semboller ve yapılar içerisindeki dağılımlarıyla burayı inşa eden ve yüzyıllar boyunca kullanan insanların manevi dünyalarına ışık tutmaktadırlar. Her ne kadar emin olmasak da, dikilitaşların geçmişte ya da o dönemde yaşamış önemli insanların, ataların ya da insan üstü varlıkların tasvirleri olduklarını düşünmek yanlış olmaz. Özetle dikilitaşlar, bu dönemde gelişen ve karmaşıklaşan mimari yöntemlerle mitolojik dünyanın iç içe geçtiği bir alanı yansıtırlar.

6. Göbeklitepe’deki sütunlarda bulunan figürler ne gibi anlamlar barındırıyorlar?Bugün o dönemde yaşamış insanların düşünce biçimine, hayal dünyalarına, mitolojilerine ve diğer anlatılarına hayli uzağız. Bu nedenle figürlerin geçmişte yaşamış insanlara ne ifade ettiğini kesin olarak söylemek güç. Ancak yine de ulaşabildiğimiz bazı sonuçlar var. Dikilitaşlar, heykeller, totem direkleri ve diğer küçük nesneler üstünde gördüğümüz bu figürlerin içinde anka kuşu, sfenks, ejderha gibi hayal ürünü canlılar yok, doğada gördükleri, avladıkları hayvanları doğal bir biçimde resmetmişler. Tasvirlerin özellikle saldırı, sıçrama gibi hareket halinde betimlendiklerini görüyoruz. Bir diğer önemli nokta, cinsiyeti tespit edilebilen hayvanların erkek olması. Bunun ne anlama geldiğini henüz bilmiyoruz. Ayrıca, bazı dikilitaşların ve diğer nesnelerin üstünde gördüğümüz betimler çeşitli hikayeleri anlatıyor. Benzer anlatıları Göbeklitepe’nin çağdaşı olan ve yakınlarında bulunan diğer yerleşmelerde ve Göbeklitepe’nin terkinin yaklaşık bin yıl sonrasına denk gelen Çatalhöyük’te de görüyoruz. Bu da bazı hikayelerin, masalların ve mitlerin çok geniş bir bölgede neredeyse 3 bin yıl boyunca tekrarlandığı anlamına geliyor. İşte bu hikayeler, en yoğun haliyle Göbeklitepe’de resmedilmiş gibi görünüyor. Bir nevi hikaye kitabı gibi.

7. Göbeklitepe’de yapılan araştırmalar gelecekte bizleri ne şekilde aydınlatabilir?Göbeklitepe’de önümüzdeki yıllarda yapılacak araştırmalarla burayı inşa eden ve kullanan toplulukların günlük yaşamları, beslenmeleri, alet yapım teknolojileri, çevrelerindeki alanı kullanım biçimleri ve etraflarındaki diğer topluluklarla kurdukları etkileşimler ve çok sayıda diğer soru hakkında yeni bilgiler elde edilmesi amaçlanmaktadır.

8. Göbeklitepe’de bulunan güncel bulgular nelerdir?

Göbeklitepe’de son dönemde ortaya çıkarılan bulgular arasında günlük aktiviteleri yansıtması muhtemel yeni alanların keşfi, anıtsal olmayan ve bugüne kadar bildiklerimizden farklı tipteki mimari kalıntılar ve Göbeklitepe’de ilk kez keşfedilen bir mezar sayılabilir. Bu keşifler hakkındaki çalışmalar devam etmektedir ve yayınları hazırlık aşamasındadır.

9. Bu yapıdan hiyerarşik yapı hakkında ne öğrenebiliriz?

Öncelikle her insan topluluğunun (hangi dönemde yaşadığı fark etmeksizin) basit ya da karmaşık bir toplumsal düzene sahip olması gerektiğini hatırlatmak isterim. Bu düzen fiziksel şiddete dayalı, katı bir hiyerarşi içerebileceği gibi, daha eşitlikçi ve yaşa/tecrübeye dayanan liderlerin olduğu bir örgütlenmeye de sahip olabilir. Göbeklitepe’deki karmaşık örgütlenmenin bunlardan hangisine daha yakın olduğunu söylemek şu aşamada zor. Sadece anıtsal yapılara bakarak insanların baskı altında, zorla çalıştırıldıklarını söyleyemiyoruz. Bununla ilgili en azından iskelet verilerinin olması gerekiyor. Belirli bir grup insanın ya da soyun, aşiretin ya da cinsiyetin daha iyi beslendiğini, diğerlerinden üstün olduğunu gösteren herhangi bir kanıta rastlanmadı Göbeklitepe’de. Yani şimdilik nispeten eşitlikçi bir resme baktığımızı söyleyebiliriz. Burada gördüğümüz karmaşık organizasyonun arkasındaki motivasyonu şu aşamada bilemiyoruz.

10. Göbeklitepe’de yaptığınız araştırmalarda, en çok sizi ne heyecanlandırdı?

Göbeklitepe’deki araştırmaların yalnızca küçük bir kısmı tamamlanabilmiştir. Özellikle çalışmalara dahil olduğum 2012 yılından beri, kazılan hemen her alanda beklenmedik bulgulara ulaşıldı. Aslında Göbeklitepe’nin hala küçük bir kısmı kazılmış durumda ve ileride yapılacak çalışmalarla buraya dair bildiklerimizi çok daha arttıracak ve geliştirecek sonuçların ortaya çıkacağını düşünüyorum.

11. Araştırmalarınızda hangi metotları kullanıyorsunuz?

Araştırmalarımızda kullandığımız yöntemleri birbirini tamamlayan iki grupta inceleyebiliriz. Bunlardan ilki sahadaki yöntemlerdir. Bağlamsal arkeoloji yaklaşımıyla kazdığımız alanlarda geçmişe dair en küçük olayları ve nesneleri dahi tespit etmeye ve belgelemeye gayret ediyoruz. Çeşitli notlar, 2D (fotoğraf, çizim ve sketchler) ve 3D belgeleme yöntemleri bunlardan bazıları. Ayrıca ileride yapacağımız analizler için çok sayıda örnek topluyoruz. Açığa çıkan toprağın eleme ve yüzdürme yöntemleriyle incelenmesi sonucunda gözle tespiti zor olan diğer nesneleri de toplayabiliyoruz. Bu sahada uyguladığımız yöntemlerin bir kısmıydı. Bunu takiben alandan ve çevresinden topladığımız veriler ve örnekler çok çeşitli bilimsel araştırma yöntemleriyle (arkeozooloji, arkeobotani, taş alet üretimi araştırmaları, mimarlık, biyolojik antropoloji, coğrafya vd.) incelenerek kazı sırasında elde ettiğimiz bilgileri tamamlayıcı ve destekleyici bilgiler elde edilmektedir. Bunlara ek olarak alandaki koruma, onarma ve bakım çalışmaları da devam ediyor. Bu süreç çok sayıda uzmanın bir araya gelerek sürdürdüğü uluslararası bir çalışmanın ürünüdür.

Mahmut Barakazı ile Röportaj

Öykü ÇOBAN

Harran Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksek Okulu araştırma görevlisi Mahmut Barakazı ile yaptığımız röportaj ve sorularımıza aldığımız yanıtlarımız....

1. İnsanlık geçmişinde ne çeşit sebeplerden dolayı dini inançlarını yaşamak amacıyla ibadet yerlerini yüksek bölgelere inşaa etmişlerdir?

İlk çağlarda insanlar kutsal saydıkları dini tapınakları yüksek bölgelere inşa ederek saygılarını gösterirlerdi. Bunun yanı sıra dini ibadet tapınağı yüksek yerlerde olmalıydı ki bütün yaşam alanlarını görebilmeli ve insanların ortak kutsallık sembolü görselini taşıyabilsin.

2. Göbeklitepe’nin arkeolojik turizm açısından taşımış olduğu önem nedir?

Arkeolojik turizm potansiyelinin oluşmasında rol oynayan temel unsurlar nelerdir? Arkeoloji ve turizm bilim dalları birbiriyle yakından ilişkili iki disiplindir. Göbeklitepe’de ortaya çıkan arkeolojik eserler turizm literatüründe kültür turizmi ve inanç turizmi kapsamında değerlendirilmektedir. Bu iki turizm türüne de giren Göbeklitepe, Dünya kültürel miras listesinde yer almakta ve insanlığın ortak malı olarak kabul edilmektedir. Nitekim yeryüzünde yer alan bütün kültürel miras eserleri insanlığı temsil etmekte öyle kalmalıdır . Göbeklitepe’nin turizm potansiyelinin oluşmasında rol oynayan temel unsure ise eşsiz olması ve insanlık tarihini değiştiren bir kaynak olmasıdır.

3. Neolitik Dönem yerleşim yerlerinden farklı olarak bir ova veya akarsu kenarında değil de bölgeye hakim yüksek bir konumda olması ve herhangi bir yerleşim izine rastlanmaması bunun yerine anıtsal dini mimari öğelere rastlanması, Göbeklitepe ile ilgili hangi düşünceyi desteklemektedir?

Öncelikle kazı çalışmalarının devam etmesi nedeniyle yerleşim izine henüz rastlanılmasa da bu bölge de ilk buğday ekiminin yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu durum da tarımın gerçekleştirildiği Göbeklitepe’de normal yaşam hüküm sürmekteydi. Ayrıca 10000 yıllık tarihi geçmişi bulunan bölgede su kaynaklarının, coğrafi şartların ve iklim durumunun ne olduğu hakkında bilgi sahibi olmamamız nedeniyle fikir yürütmek güçtür.

4. Zaman ve maliyet açısından turistik ürünlerin sunduğu avantajlar ziyaretçiler için oldukça büyük önem taşımaktadır. Göbeklitepe’yi ziyaret etmek isteyenler hangi ulaşım yollarını kullanabilir?

Göbeklitepe’yi ziyaret emek isteyenler havayolu ve karayolu ulaşım ağlarını kullanabilirler. Ayrıca şehir merkezinden düzenli bir şekilde otobüs taşımacılığı sağlanmaktadır.

5. Göbeklitepe’nin arkeoloji turizmi açısından zayıf yönleri ve gelişmesinde oluşan tehditler nelerdir?

Her turistik destinasyonda olduğu gibi Göbeklitepe’de de tehditler ortaya çıkabilmektedir. Kısa vadeli projeler yerine uzun vadede altyapı, üstyapı ve tanıtım konusunda hassas davranılması gerekmektedir. Benim açımdan Göbeklitepe için en büyük tehdit ise hak ettiği değeri görmemesi ve uzmanlar tarafından idare edilmesi gerekirken turizm bilincine sahip olmayan kişilerin eline bırakılmasıdır. Tüm bunlar ile birlikte de Göbeklitepe’nin keşfi sağlanmış oluyor. Tüm bunlar ile birlikte de Göbeklitepe’nin keşfi sağlanmış oluyor.

6. Göbeklitepe’nin “ilk” leri nelerdir?

İnsanlığın ilk ibadet tapınağı olması ve ilk buğdayın burada hasat edilmesidir.

7. Tahmini olarak Göbeklitepe’de yapılan kazı çalışmalarının ne zaman sonlanacağı bilinmektedir?

Kazı alanın genişliği düşünüldüğünde uzun yıllar devam edeceği ve son tarihin ise açıklanması zor bir durumdur. Kazı ve araştırma ekibinin çalışmalarını hassasiyetle ve yoğun yaptığını söyleyebilirim.

8. Göbeklitepe’de üretim aktivitelerine dair herhangi bir kanıt var mıdır?

Bunu üzerinde de çalışmalar var. Özellikle steller üzerinde yer alan figürler ve kazı çıktıları dikkate alınarak yormlanmaktadır. Ancak kanıt bir durum henüz bulunmamaktadır.

9. Klaus Schmidt’ten sonra buradaki çalışmalar nasıl devam ediyor? Prof. Dr. Mehmet ÖNAL ve ekibi tarafından kazı çalışmaları devam ediyor.

10. Göbeklitepe nasıl bulundu? Göbeklitepe’nin bulunuş hikayesi nasıldır?

Göbeklitepe’nin bulunduğu arsa sahibinin tarım yaptığı sırada fark ettiği tarihi bir eseri Şanlıurfa Müzesine teslim etmiştir. Klaus Schmidt’in bu eseri incelemesi sonucu çıkarılan yerde kazı çalışmaları başlatılarak insanlığın ilk ibadet tapınağı keşfedilmiştir.

İnsanlığın geçmiş bilgilerini yeniden şekillendiren Göbeklitepe için 7 farklı alanda çalışmalar yaptılar. Anadolu’nun kadim miraslarına sahip çıkan ALKEV gençliği, Göbeklitepe için besteledikleri bu şarkıyla tarihin bu noktasına not bırakıyorlar.

ALKEV Lisesi Göbeklitepe Projesi Sözcü Gazetesinde
MIT DER TRADITION DER DEUTSCHEN SCHULE IN DIE ZUKUNFT…
Alman Liseliler Geleneği ile Güçlü Bir Geleceğe...
Created By
Banu Aykın Köylüer
Appreciate

Credits:

https://sanliurfa.ktb.gov.tr/TR-233968/gobeklitepe-fotograflari.html

NextPrevious